Karl Marx'ın Akademik Eserlerinde Belirttiği Gerçek Sosyalizm Gelmedi mi?
- Can Işıklı
- 7 Ara 2024
- 3 dakikada okunur
Karl Marx'ın akademik eserlerinde sosyalizmin kapitalizmden sonra geleceği belirtilmektedir. Karl Marx'ın tanımladığı sosyalizm, Çin'de ve SSCB'de yani Sovyetler Birliği'nde uygulanan sosyalizmden biraz daha farklıydı. SSCB'de ve Çin'de uygulanan sosyalizmin, kapitalizm gelmeden önce var olması nedeniyle Karl Marx'ın belirttiği kapitalizmden farklı olduğu ve bu sosyalizm hamlesinin aceleci bir hamle olduğu çok açık görülmektedir. Bazı düşünürler ise sosyalizmin kapitalizmden sonra hiç gelmeyeceğini, çünkü Karl Marx'ın söylemlerinde eksiklik olduğunu akademik eserlerinde belirtmektedir. Marx’ın teorisi, sınıfsız, devletsiz bir toplum hedefler. Ancak bu tür bir topluma geçiş için önerdiği yollar (örneğin proletarya diktatörlüğü) belirsiz ve soyut kalmıştır. Bu nedenle, Marx’ın fikirlerini pratikte hayata geçirmek isteyenler genellikle kendi yorumlarını katmak zorunda kalmıştır; bu da teorinin özünden uzaklaşmasına yol açmıştır. Sosyalizmin öngördüğü kolektif yaşam tarzı, bireylerin kendi çıkarları yerine toplumun çıkarlarına öncelik vermelerini gerektirir; ancak bireyci eğilimler ve gücü elinde bulundurma arayışı bu ideallerin gerçekleşmesini zorlaştırmıştır. Güçlü bir eşitlik ilkesine dayalı toplumlarda bile liderlik ve otorite hiyerarşileri kaçınılmaz olmuştur. Toplumun içinde bulunan her bir kişinin belli başlı başarı kriterlerine farklı yanaşacağı ve yeteneğinin olduğu konuda başarılı olacağı için, ve yine başarı kriteri, farklılıklar, statü ve özel mülkiyet statü belirlemede geçerli olacağı için sosyalizm geldiğinde kapitalizmin izlerini taşıyacak düşüncesinde olan sosyal bilimcilerin sayısı oldukça fazladır ve ben, kendimi en çok bu düşünceye yakın hissediyorum. Fakat benim tavsiyem, siz siz olun bir ideolojiyi yüzde 100 kabul etmeyin ve bilgileri kendi zihinsel süzgecinizden geçirip kendinize bir veya birkaç perspektif oluşturun. Bakunin, bireysel özgürlük ve toplumsal eşitlik arasında bir denge kurulması gerektiğini savunurdu. Ancak bireysel farklılıkların ve yeteneklerin toplum içinde sosyal sınıf veya hiyerarşi yaratabileceği konusundaki kaygıları nedeniyle otorite ve kapitalist sistem eleştirisi yapmıştır. Bu bağlamda, kapitalizmin izlerinin bireysel farklılıklarla korunabileceği fikrine kısmen işaret etmiş olabilir. Karl Marx, "Tüm sosyal sınıflar ve statüler ortadan kalkarsa toplum eşit olur" diye akademik kaynaklarında belirtmiş; fakat bu söylemin hayalperest bir söylem olduğunu düşünüyorum. Hep erkek sosyal bilimcilerden bahsettik, o zaman kadın bir sosyolog olan Emma Goldman'dan bahsedelim. Goldman, bireyin potansiyelini ve yaratıcılığını gerçekleştirme hakkını savunurdu. Ona göre, toplum, bireylerin özgünlüklerini bastırmamalıydı. Ancak bu durum, bazı bireylerin daha güçlü becerilere veya kaynaklara sahip olması nedeniyle doğal olarak farklılık yaratabileceği anlamına gelir. Goldman, kapitalizmin bireyleri rekabete zorladığını ve bu rekabetin yalnızca ekonomik sistemlerde değil, bireysel ilişkilerde ve kültürel yapıda da iz bıraktığını savunurdu. Ona göre, sosyalist ya da anarşist bir toplumda bile, bireysel farklılıkların tamamen ortadan kaldırılması mümkün değildir; bu, insanların doğal farklılıkları ve yeteneklerinden kaynaklanır. Aslında yukarıda konu karışmasın diye belirtmedim ama Emma Goldman'ın fikirlerinin yakın olabileceği bir ideoloji bulunmaktadır. Goldman için özgürlük her şeyden önce gelirdi; ancak bu özgürlüğün toplumsal eşitlikle nasıl dengeleneceği sürekli bir soruydu. İnsanların bireysel becerileri ve arzuları nedeniyle eşit olmayan sonuçlar doğsa bile, bu durumun otoriter bir şekilde kontrol edilmesine karşı çıkardı. Goldman, bir toplumun herkesin potansiyelini gerçekleştirebileceği bir şekilde organize edilmesini savunurdu. Ancak bunun, mutlak bir eşitlik anlamına gelmediğini de kabul ederdi. Onun anarşizmi, bireylerin özgür iradesine dayalı bir toplumu öngörüyordu; ancak bu toplumda bireysel farklılıkların ve yeteneklerin sonuçlarının adil bir şekilde yönetilmesi gerektiğini düşünüyordu. Kropotkin, anarşist teoriyi bilimsel temellere oturtmaya çalışan bir düşünürdür. Ona göre, doğada ve toplumda karşılıklı yardımlaşma (mutual aid) en güçlü sosyal bağdır. Kropotkin'e göre, kapitalist sistem ve devlet, bu doğal dayanışmayı bozarak eşitsizlik ve sömürü yaratır. Sosyalizm de gelse, anarşist sistem de devam etse, kişilerin bireysel yetenekleri ve başarıları olduğu sürece yeni sistemde kapitalizmin unsurlarını taşıyor olacaktır. Bu düşüncenin tam karşısında duran sosyologlar da olduğunu duymuşluğum var. Sosyalizm ile anarşizmin dinamiklerini çeşitli sosyal bilimcilerin perspektiflerinden anlattım; tekrar sosyalizm konusuna giriyoruz. Gramsci'nin ideolojisine geldiğimizde, sosyalizmin yalnızca ekonomik sistemle sınırlı olmadığını, aynı zamanda kültürel ve ideolojik dönüşümü de içerdiğini savunur. Örneğin Durkheim, toplumsal düzenin ve dayanışmanın önemini vurgulamış ve bireysel özgürlük ile toplumsal denetim arasındaki dengeyi savunmuştur. Ona göre, anarşizm, toplumsal normların ve düzenin çökmesine yol açabilir. Durkheim, toplumların sağlıklı bir şekilde işleyebilmesi için belirli kurallar ve otoriteye ihtiyaç duyduğunu savunmuştur. Anarşizmin, toplumsal dayanışmayı zayıflatarak, kaosa ve bireysel bencilliğe yol açabileceğini belirtir. Bir de başarı kriterlerine karşı çıkan bir sosyologun perspektifine yer vereceğim. Bookchin, komünalist anarşizm ve sosyal ekoloji üzerine önemli katkılarda bulunmuş bir düşünürdür. Kapitalist toplumda başarı, rekabet ve hiyerarşiye dayalı bir anlayışla tanımlanırken, Bookchin'in önerdiği komünal toplumda bu tür bireysel başarı kriterlerinin yok edilmesi gerektiğini savunur. Onun görüşüne göre, toplumsal ilişkiler, dayanışma ve karşılıklı yardımlaşma temeline dayanmalıdır. Bookchin, başarı kriterlerine karşı çıkan sosyologlara örnek olabilir; keşke olsa ama bu ideolojide bana hayalperest, sınavdan yirmi puan alıp dersinden kalmış çocuğun ağladığında ve üzüldüğünde söylediği kapitalizm eleştirisiymiş gibi geliyor. Bir başka örnekte İngiliz filozof ve sosyolog Herbert Spencer olabilir. Spencer, anarşizmi, toplumsal evrim sürecini geriye götüren bir hareket olarak görür. Ona göre, toplumsal düzenin sağlanması için belirli bir düzen ve otorite gereklidir. Anarşizm, toplumun doğal evrimini sekteye uğratır ve bireylerin özgürce gelişmesini engeller. Tekrar söylemek istiyorum ki bir ideoloji yüzde yüz doğru değildir; önemli olan bu ideolojileri veya başka ideolojilerin hepsini bir araya getirip üzerine düşünülmesi ve perspektifler çıkartılmasıdır. Bugünkü blog yazımızda bu kadardı. Bir sonraki blog yazımızda görüşmek üzere.

Yorumlar